10 Kasım 2014 Pazartesi
İKİ YIL OKUL TATİLİ
Yeni Zelanda’nın başkenti Weillington’da bulunan Chairman yatılı okulunun öğrencileri karnelerini almanın heyecanını taşımaktadır. Bu heyecanlarına yarın çıkacakları iki aylık okul tatili de eklenince birçoğu yerinde duramaz olur. Chairman yatılı okulunun öğrencisi olan on dört çocuk Sloughi adlı gemide yerlerini almış hazır bir şekilde yolculuk zamanını beklemektedir. Bu sırada geminin mürettebatı gemiden ayrılmış, içkilerini yudumlamak üzere çevredeki mekanlara dağılmıştır. Gece boyunca çocuklar yalnız bir şekilde gemide başlarında hiçbir yetişkin olmadan kalacaklardır. Ertesi sabah limana gelen gemiciler Sloughi’nin limanda olmadıklarını görürler. Gemi esrarengiz bir şekilde limandan ayrılmış ve Pasifik okyanusunun engin sularında gözden kaybolmuştur.
“9 Mart 1980 gecesi, fırtınalı denizin üstündeki bulutlar kapkaraydı ve insan bir iki metre ötesini bile göremiyordu. Böyle bir denizde, küçücük bir tekne, olanca gücüyle yol almak için uğraşıyordu. Sloughi adlı bu tekne, yüz tonluk bir yattı. Saat akşamın on biriydi. Bu bölgede gün ancak sabahın beşine doğru ağarmaya başlar. Sabaha çıkabilseler acaba bu ufacık tekne batma tehlikesini atlatabilir miydi? Bu tekne yalnızca fırtınanın dinip azgın dalgaların durulmasıyla kurtulabilirdi.”
Azgın dalgalarla boğuşan gemideki çocukların adları şöyleydi: Briant, Gordon, Moko, Doniphan, İverson, Dole, Baxter, Wilcox, Webb, Cross, Jenkins, Costar, Jacques, Garnett ve Service.
Çocukların Fransız olan Briant, kardeşi ve bir de Amerikalı Gordon’un dışında tümü de İngiliz’di. Doniphan ile Gross, Yeni Zelanda’nın tanınmış ve zengin bir ailesinin çocuklarıdır. On üç yaşını biraz geçmiş olan bu çocukların babaları kardeştir ve ikisi de son sınıf öğrencisidir. Gelişmiş ve titiz bir çocuk olan Doniphan, okulun en seçkin, akıllı ve çalışkan öğrencisidir. Hep birinci olmak ister, bu nedenle arkadaşları ona “Lord Doniphan” adını takmışlardır. Bu yüzden yıllardır Briant ile çekişip durur. Gross ise orta düzeyde bir öğrencidir. Yine aynı sınıftan Baxter on üç yaşında, ağırbaşlı, akıllı, ayrıca çok da becerikli bir öğrenci olup orta halli bir tüccarın oğludur. On iki buçuk yaşındaki Webb ile Wilcox dördüncü sınıftandır. Aileleri zengindir. Bu iki çocuk sık sık kavga çıkarmayı severler. On iki yaşında olan Garnett ile Service ise üçüncü sınıf öğrencileridir ve birbirlerine çok yakın iki arkadaştır. Çalışmayı hiç sevmeyip sürekli dersten kaytarmanın bir yolunu arayan bu iki arkadaş sürekli serüven peşindedirler.
On dört yaşındaki Gordon Amerikalıdır. Beşinci sınıfın en ağırbaşlı öğrencisidir. Her zaman sağ duyuludur ve pratik zekalıdır. Aynı zamanda soğukkanlı ve ciddidir, gözlem yapmayı sever. Babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Yeni Zelanda’ya yerleşmiş olan vasisinden başka hiç kimsesi yoktur. Fransız olan Briant ile Jacques tanınmış bir mühendisin oğullarıdır. On üç yaşındaki Briant pek çalışkan değildir ama çok akıllıdır. İstediği zaman güçlü belleği sayesinde en ön sıralarda yer alabilir. Doniphan’ın onu kıskanmasının asıl nedeni de budur. Briant ayrıca korkusuz, atılgan ve güleryüzlüdür. Doniphan’ın suratsız ağırbaşlılığıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Kardeşi Jacques okulun en afacan, en başarılı öğrencisidir.
İşte o müthiş fırtınanın Büyük Okyanusta bir kıyıya fırlatıp attığı çocuklar bunlardır. Bu çocukların arasında bir başka çocuk olan Moko geminin miçosudur ve zencidir.
Geminin limandan esrarengiz bir şekilde kaybolmasının ardından geminin kaptanı Bay Garnett, hemen arama çalışmalarını başlatmış ancak bir türlü gemiyi bulamamıştır. En sonunda geminin bir kaza sonucu battığına karar verirler.Çocukların aileleri geminin battığını düşünürken gemi bir kara parçasının yakınında azgın dalgalarla birlikte kıyıya vurmuştur.
Çocukların ilk işi kıyı şeridini taramak olmuştur. Kıyı şeridinde bir dere olduğunu gören çocuklar buradan tatlı su ihtiyaçlarını sağlarlar. Gemi kuma oturduğu için bir süre boyunca gemiyi barınak olarak kullanabileceklerini fark ederler çünkü gemi çürüyene kadar parçalanmayacaktır. Büyük çocuklar gemide sağlam kalan malzemenin listesini çıkarırlar ve bulundukları yerin bir ana kara mı yoksa ada mı olduğunu anlamak için oldukları yerdeki en yüksek tepe noktasına tırmanırlar. Bir adada olduğunu anlayan çocuklar aileleri tarafından bulununcaya dek adaya yerleşmeye karar verirler.
Adaya yerleşip orayı kendi yurtları haline getirmeyi başaran çocuklar aralarındaki anlaşmazlıkları da çözümlemek için epeyce çabalarlar. Yaptıkları barınaklarda düzenli bir hayat sürmeye başlarlar. Düzenledikleri bir mağarada yaşamlarını oldukça disiplinli bir şekilde sürdürürler.Bir gün adaya bir kayık gelir ve yanında iki ölü yatmaktadır. Sabah bu ölüleri gömmeye karar verirler ancak sabah kalktıklarında bu iki ölü sandıkları kişi kayığın yanında yoktur. Ormanı araştırmaya başlayan çocuklar ormanda yorgunluktan bayılmış bir kadın bulurlar. Kırk yaşlarına yakın görünen bu kadın Catherina (Kate) Ready’dir. Kate’nin bindiği gemi isyan eden tayfalarca ele geçirilmiştir. Ancak geminin batmak üzere olması nedeniyle bir sandala binerler. Sandalla adaya yedi haydut daha çıkmıştır. Çocuklar en üst düzeyde güvenlik önlemleri alırlar. Mağaralarına çekilen çocuklar bir yandan da etrafı gözetlerler ancak bu süre içerisinde etrafta haydutların hiçbirini göremezler. Adada bir tutsak gibi yaşamaktan sıkılan çocuklar adayı gözlemlemek için büyük bir uçurtma yapmaya karar verirler. Yaptıkları uçurtmaya bir arkadaşları binecek ve yüksekten bütün adayı gözlemleyecektir. Böylece haydutların hala adada mı yoksa gitmiş mi olduklarını anlayacaklardır. Ancak yapmış oldukları bu uçurtma nedeniyle adaya ayak basan haydutlar adada yaşayan insanlar olduğunu fark ederler. Çocukların planı kendilerine fayda sağlamaktan çok zarar getirmiştir.Yağmurlu bir gece mağaranın hemen dışında bir patlama sesi duyan çocuklar hemen silahlarını ellerine alırlar. Tam bu sırada dışarıdan yardım isteyen birinin sesini duyarlar. Kate, bu sesi tanıyınca gelen kişinin iyi biri olan Evans olduğunu anlar ve kapıyı açarak Evans’ı içeri alırlar.
Evans, çocuklara kara parçasına çok yakın bir ada olan Hanovre adasında olduklarını söyler.
Haydutlardan kurtulmak için plan yapan çocuklar Evans’ın da yardımıyla haydutlardan kurtulmayı başarırlar. Sıra bulundukları adadan kurtulmaya gelmiştir. Yine Evans’ın yardımıyla çocuklar okyanusa açılırlar ve sonunda buharlı bir gemi onları bulur. Ailelerine kavuşan çocuklar büyük bir mutluluk duyarlar.
15 YAŞIN'DA KAPTAN
Pilhrim adında bir gemi vardır. Sahibini adı W.Weldon'dur.
Geminin kaptanının adı ise Hull'dur.
Bayan Weldon oğlu Jack i dadısı ve Benedict'i yanına alarak gemiye binerler.
Gemide ayrıca 5 tayfa, aşçı ve miço vardır.
Aşçının adı Negora, miçonun adı Dick Sand'dır.
Dick henüz 15 yaşındadır.
Gemi ilerlerken bir gemi enkazı bulurlar.
Gemiden tasmasında WS işareti olan bir köpek çıkar.
Bir gün balina avlamaya çalışırken kaptan ve bir kaç tayfa ölür.
Kaptanın ölüşü ile üzerine yeni kaptan Dick olur.
Zor hava şartlarında ilerlerken gemi karaya oturtur.
Karaya çıkınca Harris ile tanışırlar.
Harris onları kandırarak ve köle tüccarlarına satar.
Hercule ise onları kurtarır.
Negora ile Harris'in arkadaş olduğu anlaşılır.
Buldukları bir kayıkla ilerlerken bir eve girerler.
Bir mektup bulurlar. Negora'nın Samuel Watson'un klavuzu olduğu ve onu soyduğu anlaşılır.
Harris'i Dick, Negora'yı ise köpek Dingo öldürür.
Sonra Dingo'da ölür. Unutulmaz bir parti düzenleyip kurtulurlar.
ESRARLI ADA
8 Mart 1865 yılında Pasifik Okyanusu’nda bir hortum garip uğultularla devam etmektedir.Bu hortumun içinde top gibi bir balon vardır.Balonun içinde beş kişi vardır.Balon denize çok yakındır.Bu yüzden yolcular ceplerindeki altın paralara varıncaya dek herşeyi denize atarlar.Yolcular en sonunda balonun sepetini atmaya karar verirler.Bunun sonucunda balon yelken gibi rüzgarın etkisiyle yükselmeye başlar ve yolcuları bir adaya çıkarır.Balonda beş kişi olan yolcular adada dört kişilerdir.Mühendis Smith ve onun köpeği olan Top kaybolmuştur.
1865 yılının şubat ayında Amerikan iç savaşı devam etmektedir.Kuzeyli General Grant, Richmont kentini kurtarmak isterken bir çok subayı ile düşmanın eline esir olarak düşmüştür.Bu insanlar yardım almak için bu balona binmişlerdir.Ancak hortum bu insanları bu ıssız adaya düşürmüştür.
Yolculardan biri Yüzbaşı Cyrus Smith’tir.Mühendis ve bilim adamıdır.Yolculardan diğeri New York Herald gazetesinde muhabirlik yapan Gideon Spilet’tir.Cyrus Smith yanındaki zenci uşağının özgürlüğünü bağışlamıştır.Ancak zenci uşak olan Nebukadnazar efendisini yalnız bırakmamıştır.Diğer bir yolcu ise iyi bir denizci olan Pencroff’tur.
Adaya ayak basan yolculardan denizci olan Pencroff hemen bir ada üzerinde olduklarını anlamıştır.Yolcular mühendisi arama işini geç olduğu için ertesi güne bırakmışlardır.Ertesi gün Nebukadnazar efendisini büyük bir umutla arar.Arkasında ise Pencroff, Spilet ve Herbert gelir.Ancak hiç kimseyi bulamazlar.
Arama bittikten sonra Pencroff’un bulduğu granit kayalardan oluşan mağarayı barınak olarak kullanırlar.
Ertesi gün yolcular havlama sesiyle uyanırlar.Bu duydukları ses Top’un sesidir.Hemen sesin geldiği yöne doğru giderler ve orada Top’u ve Cyrus Smith’i buldular.Ertesi gün kendini toplayıp ayağa kalkar ve daha sonra hep beraber adayı incelerler.Yapılan incelemelerden sonra Cyrus Smith uzun süre daha bu adada kalacaklarını söyler.Yolcular bu adaya Lincoln adını verirler.
Yolcular büyük bir beceriklilik sonucunda bıçak, fırın, körük, demir,çelik ve çelik baltalar yaparlar.
Bir gece Pencroff’un yiyeceğinin içinden bir kurşun çıkar ve çok şaşırırlar.Bunun sonucunda Smith bu adaya insan uğradığını düşünür.
Bir gün yiyecek bulma işinden dönenler barınaklarında birilerinin olduğunu anlarlar.Barınağa bakarlar ve bir çok maymun görürler.Maymunların hepsi kaçar ancak bir tanesini kaçmayı başaramaz.Yolcular bu maymunu eğitmeye karar verirler.
Bir gün Mühendis Smith ****tans yapar ve bulundukların yerin enlemini ve boylamını ölçer.Bulundukları yer 153 derece doğu ve 37 derece güney paraleli üzerindedir.Ancak atlasta bu ölçülerde bir yerin olmadığını görürler.Bu ölçülere en yakın olan yer Tabor Adası’dır.
Uzun bir süredir uğraştıkları gemiyi en sonunda yaparlar ve geminin adını “Uğurlar Olsun” koyarlar.
Bir gün denizde bir şişe bulurlar.Şişede “kazaya uğradım…Tabor Adası…153 derece boylam…37 derece güney enlemi” yazıyordur.Yolcular bu kazazedeyi bulmaya karar verirler.
Ertesi gün Pencroff, Herbert ve Spilet yla çıkarlar.Tabor Adası’nda kazazedeyi bulurlar ve kazazedeyi kendi adalarına getirirler.Adam adını Ayrton olduğunu söyler ve sözlerine şöyle devam eder:
-20 Aralık 1854 yılında İskoçyalı Lord Glenervan “Duncan” adlı buharlı gemisiyle Avustralya önlerine demir attı.Gemide Fransız coğrafya bilgini, lordun karısı,İngiliz ordusundan bir yüzbaşı ve Kaptan Grant’ın çocukları olan bir genç kız ve çocuk vardı.Bir gün üzerinde boylamı yazmayan ancak enlemi 37 derece olan bir mesaj buldular.İşte gemi Kaptan Grant’ı aramak için Avustralya’ya gelmişti.Lord ve arkadaşları bir çiftliğe geldi.Ben bu çiftlikte çalışır gibi yapıyordum.Gerçek amacımız ise birer haydut olan arkadaşlarımızla çiftliği yağmalamaktı.Lord’a Kaptan Grant’ın tayfalarında olduğumu söyledim ve gemide ayaklanma çıkardım.Daha sonra Duncan’ı ele geçirmek istedim.Duncan’ın kaptanına lordun ağzından bir mektup yazdırdım.Daha sonra gerçek kimliğim anlaşılınca Melbourne’ye gelip mektubu Kaptan Austin’e verdim.Ancak Fransız coğrafya bilgini mektubu yanlış yazdı ve böylece ben de yakalandın.Lord, Kaptan Grant hakkında bütün bildiklerimi anlatmamı istedi.Ona karşılık ben de beni yalnız bir adaya bırakmalarını istedim.Lord, sözünde durdu ve Tabor Adası’na bıraktı.Şans eseri Kaptan Grant ve iki denizciyle bu adada karşılaştık.
Bir gün adaya gelen korsanlar Ayrton’ı kaçırırlar ve adanın her yerini yakarlar.Bu sırada incelemede olan yolculara bir not gelir ve Ayrton’ı ararlar ve onu bir kulübede bulurlar.Korsanlar ise ölürler.Ayrton’ın korsanların nasıl öldüğüne bir anlam veremez.
Bir sabah dağın zirvesinden beyaz dumanların yükseldiğini görürler.Smith, “yanardağ faaliyetini gösterecek” der.Mühendis teller yardımı ile bir telgraf yapar ve telgraftan “çabuk çiftliğe gelin” diye bir mesaj gelir.Yolcular hep birlikte çiftliğe giderler.Dev bir mağaranın içine girerler.Kayığa binip bir gemiye yaklaşmışlardır.
Geminin içine giren yolculardan Mühendis Smith:
-Kaptan Nemo!Bizi çağırmıştınız işte geldik.
-Demek adımı biliyorsun
-Sadece bu kadar da değil.Geminizin adı da Natilus.
Kaptan Nemo sinsi bir hastalığın pençesi altındaydı.Kaptan Nemo öyküsünü anlatır ve sonra “Eee!..şimdi söyleyin bakalım benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?” der ve ölür.
Dışarı çıktıktan sonra Smith yanardağın faaliyete geçeceğini söyler.Ertesi gün yanardağda büyük bir patlama olur.Tam patlama sırasında Ayrton Duncan gemisini görür.Duncan gemisi Kaptan Grant’ın oğlu Robert’ın yönetimindeydi.Kaptan Robert Kaptan Nemo’nun büyük bir fedakarlık yaparak Tabor Adası’na bir mesaj bıralır.Robert da bu mesaja göre bu adaya gelir ve bütün yolcuları alıp Amerika’ya geri getirir.
Amerika’ya gelen yolcular burada da birbirlerinden ayrılmazlar.
Geniş bir çiftlik alarak burada çalışırlar.Spilet de “Yeni Lincoln Postası”adıyla yeni bir gazete çıkarır.
Bu yolcular kalan hayatlarına böyle güzel bir macera eklemiş oldular.
Adaya ayak basan yolculardan denizci olan Pencroff hemen bir ada üzerinde olduklarını anlamıştır.Yolcular mühendisi arama işini geç olduğu için ertesi güne bırakmışlardır.Ertesi gün Nebukadnazar efendisini büyük bir umutla arar.Arkasında ise Pencroff, Spilet ve Herbert gelir.Ancak hiç kimseyi bulamazlar.
Arama bittikten sonra Pencroff’un bulduğu granit kayalardan oluşan mağarayı barınak olarak kullanırlar.
Ertesi gün yolcular havlama sesiyle uyanırlar.Bu duydukları ses Top’un sesidir.Hemen sesin geldiği yöne doğru giderler ve orada Top’u ve Cyrus Smith’i buldular.Ertesi gün kendini toplayıp ayağa kalkar ve daha sonra hep beraber adayı incelerler.Yapılan incelemelerden sonra Cyrus Smith uzun süre daha bu adada kalacaklarını söyler.Yolcular bu adaya Lincoln adını verirler.
Yolcular büyük bir beceriklilik sonucunda bıçak, fırın, körük, demir,çelik ve çelik baltalar yaparlar.
Bir gece Pencroff’un yiyeceğinin içinden bir kurşun çıkar ve çok şaşırırlar.Bunun sonucunda Smith bu adaya insan uğradığını düşünür.
Bir gün yiyecek bulma işinden dönenler barınaklarında birilerinin olduğunu anlarlar.Barınağa bakarlar ve bir çok maymun görürler.Maymunların hepsi kaçar ancak bir tanesini kaçmayı başaramaz.Yolcular bu maymunu eğitmeye karar verirler.
Bir gün Mühendis Smith ****tans yapar ve bulundukların yerin enlemini ve boylamını ölçer.Bulundukları yer 153 derece doğu ve 37 derece güney paraleli üzerindedir.Ancak atlasta bu ölçülerde bir yerin olmadığını görürler.Bu ölçülere en yakın olan yer Tabor Adası’dır.
Uzun bir süredir uğraştıkları gemiyi en sonunda yaparlar ve geminin adını “Uğurlar Olsun” koyarlar.
Bir gün denizde bir şişe bulurlar.Şişede “kazaya uğradım…Tabor Adası…153 derece boylam…37 derece güney enlemi” yazıyordur.Yolcular bu kazazedeyi bulmaya karar verirler.
Ertesi gün Pencroff, Herbert ve Spilet yla çıkarlar.Tabor Adası’nda kazazedeyi bulurlar ve kazazedeyi kendi adalarına getirirler.Adam adını Ayrton olduğunu söyler ve sözlerine şöyle devam eder:
-20 Aralık 1854 yılında İskoçyalı Lord Glenervan “Duncan” adlı buharlı gemisiyle Avustralya önlerine demir attı.Gemide Fransız coğrafya bilgini, lordun karısı,İngiliz ordusundan bir yüzbaşı ve Kaptan Grant’ın çocukları olan bir genç kız ve çocuk vardı.Bir gün üzerinde boylamı yazmayan ancak enlemi 37 derece olan bir mesaj buldular.İşte gemi Kaptan Grant’ı aramak için Avustralya’ya gelmişti.Lord ve arkadaşları bir çiftliğe geldi.Ben bu çiftlikte çalışır gibi yapıyordum.Gerçek amacımız ise birer haydut olan arkadaşlarımızla çiftliği yağmalamaktı.Lord’a Kaptan Grant’ın tayfalarında olduğumu söyledim ve gemide ayaklanma çıkardım.Daha sonra Duncan’ı ele geçirmek istedim.Duncan’ın kaptanına lordun ağzından bir mektup yazdırdım.Daha sonra gerçek kimliğim anlaşılınca Melbourne’ye gelip mektubu Kaptan Austin’e verdim.Ancak Fransız coğrafya bilgini mektubu yanlış yazdı ve böylece ben de yakalandın.Lord, Kaptan Grant hakkında bütün bildiklerimi anlatmamı istedi.Ona karşılık ben de beni yalnız bir adaya bırakmalarını istedim.Lord, sözünde durdu ve Tabor Adası’na bıraktı.Şans eseri Kaptan Grant ve iki denizciyle bu adada karşılaştık.
Bir gün adaya gelen korsanlar Ayrton’ı kaçırırlar ve adanın her yerini yakarlar.Bu sırada incelemede olan yolculara bir not gelir ve Ayrton’ı ararlar ve onu bir kulübede bulurlar.Korsanlar ise ölürler.Ayrton’ın korsanların nasıl öldüğüne bir anlam veremez.
Bir sabah dağın zirvesinden beyaz dumanların yükseldiğini görürler.Smith, “yanardağ faaliyetini gösterecek” der.Mühendis teller yardımı ile bir telgraf yapar ve telgraftan “çabuk çiftliğe gelin” diye bir mesaj gelir.Yolcular hep birlikte çiftliğe giderler.Dev bir mağaranın içine girerler.Kayığa binip bir gemiye yaklaşmışlardır.
Geminin içine giren yolculardan Mühendis Smith:
-Kaptan Nemo!Bizi çağırmıştınız işte geldik.
-Demek adımı biliyorsun
-Sadece bu kadar da değil.Geminizin adı da Natilus.
Kaptan Nemo sinsi bir hastalığın pençesi altındaydı.Kaptan Nemo öyküsünü anlatır ve sonra “Eee!..şimdi söyleyin bakalım benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?” der ve ölür.
Dışarı çıktıktan sonra Smith yanardağın faaliyete geçeceğini söyler.Ertesi gün yanardağda büyük bir patlama olur.Tam patlama sırasında Ayrton Duncan gemisini görür.Duncan gemisi Kaptan Grant’ın oğlu Robert’ın yönetimindeydi.Kaptan Robert Kaptan Nemo’nun büyük bir fedakarlık yaparak Tabor Adası’na bir mesaj bıralır.Robert da bu mesaja göre bu adaya gelir ve bütün yolcuları alıp Amerika’ya geri getirir.
Amerika’ya gelen yolcular burada da birbirlerinden ayrılmazlar.
Geniş bir çiftlik alarak burada çalışırlar.Spilet de “Yeni Lincoln Postası”adıyla yeni bir gazete çıkarır.
Bu yolcular kalan hayatlarına böyle güzel bir macera eklemiş oldular.
KAPTAN GRANT'IN ÇOCUKLARI
Lady Helena ile dayısının oğlu binbaşı Mac Nabbs'ın da bulunduğu yatın sahibi, Lord Glenarvan'dı. 26 Temmuz 1864 günü İngiliz Bayraklı ''Duncan'' adlı bu yat, Kuzey Denizinin sert dalgalarıyla boğuşarak yol alıyordu.
. Gözci dev bir balığın yaklaştığını söyledi. Bu balığı yakalayıp , öldürdüler. İçinde bir şey olup olmadığına baktılar. Çünkü; bu tür balıkların içinden enterasan şeyler çıkabiliyordu.
.İçinden bir şişe çıktı. Bu şişeyi temizlediler ve Lord Glenevarn'a verdiler. Şişenin tıpası paslıydı. Açılacak gibi durmuyordu. Bu yüzden şişeyi dikkatle kırdılar. İçinden 3 kağıt çıktı. Bunlar aynı yazının Fransızca, İngilizce ve Almanca kopyasıydı. Ama hiç biri tam okunmuyordu. Çoğu silinmişti. Üçünü birleştirdiğimizde şunlar ortaya çıkıyordu;
'' 7 Haziran 1862... üç direkli...''Britannia''....Glasgow...battı. ''gonie'' Avustral .... karaya... iki tayfa.... Kaptan Grant .... yanaş...kara...''pr''... vahşi...indi...bu belgey alıp....boylam , 37 derce 11 dk enlem...yardım götürün...battı....''
.Bu mektubu aldıktan sonra Kaptan Grant'ın yakınlarını bulmak için gazeteye ilan verdiler ve sonunda iki çocuğunu buldular. Karısı ölmüş. Bu çocuklar Mary Grant ve Robert Grant'tı. Genç kız 16 kardeşi 12 yaşındaydı.
.Duncan gemsini hazırlayıp , bu iki çocuğuda alıp Kaptan Grant'a bir yolculuk düzenlediler. Başlarına gelecek mutlu ve hüzünlü olacaklardan habersiz. Kaptan Grant'ı aramaya koyulurlar.
.Yolculuğun sonunda Kaptan Grant'ı bulurlar.
AY'A SEYAHAT
Topçular derneği Amerika’da bulunan çok fazla sayıdaki dernekten sadece birisiydi. Topçular derneği başkanı gelmek üzereydi. İnsanlar sessizleşti ve başkan ayağa kalkıp konuşmasına başladı. Başkan, sakin , hayalperest, macera tutkunu herkes tarafından sevilen bir insandır.
Başkan konuşmasına başladı ve bir uzay aracından bahsetmeye başladı. Başkan aya gitme fikrini ortaya attı, herkes bu fikri onaylamış olsa da kaptan bu fikre sıcak bakmıyordu ve daha sonra aya seyahet etmek isteyen Fransız bir kaptanın gelmesi ile aya gitme fikri kesinleşti.
Aya gitmek için roket yapımına başlandı. Aya gitme günü geldiğinde herkes tarafından hayranlıkla izleniyorlardı. Geri sayımın bitmesiyle ateşlenen roket büyük bir hızla kalkışa başladı. Köpek roket yatağının altına girmişti ve ölü bulunmuştu. Kimsenin bilmediği köpek ölmüştü . Başkan , kaptan baygınlık geçirmişlerdi. İlk uyanan kişi Fransız oldu, etrafına bakan Fransız etrafındaki herkesin hayatta olduğundan emin oldu ancak köpeği yatağının altında öldüğünü gördü. Yolculuğa çıkalı 8 saat olmuş herkes acıkmıştı Fransızın hazırladığı yemekle doydular. Yerçekimi azalmıştı etraftaki her şey herkes uçuyordu. Günler geçtikçe yolculuklarının hedefine yaklaşıyorlardı. Ancak yönlerini bir gök taşının çarpmasıyla değiştirdiler dünyaya bir denize zorunlu iniş yaptılar. Bir gemi tarafından bulunup denizden çıkartıldılar.
DÜNYA'NIN MERKEZİNE SEYAHAT
Hamburg'un eski mahallesindeki küçük bir evde, genç ve çekingen Axel Lindenbrock, amcası jeolog ve madenbilimci Profesör Lindenbrock'la birlikte çalışmaktadır. Axel, bu sabırsız ve öfkeli profesörün yanında yaşayan güzel bir Estonyalı kız olan Grauben'e aşıktır. Bir gün profesör, eski bir el yazmasının içinde bir şifre bulur ve hayatları o andan itibaren alt üst olur. Ama bu şifreyi çözemezler. Bir süre sonra Axel Lindenbrock şifreyi çözer. 16. yüzyılın ünlü İzlandalı bilgini Arne Saknussemm, bu şifrede, İzlanda'daki sönmüş yanardağ Sneffels'in kraterinden Dünya'nın merkezine indiğini açıklamaktadır. Profesör Lindenbrock, büyük bir heyecana kapılır ve yeğeni Axel ile birlikte İzlanda'ya gider. Sakin ve soğukkanlı rehberleri Hans Bjölk'ün eşliğinde, yanardağın gizemli derinliklerine inerler.Derken Axel mağralarda giderken hızlı gider ve kaybolur,Axel ölücek diye umutsuzluğa kapılır ve derken duvarlar ötesinden ses duyar,ses tekrardan kaybolur yarım gün sonra yaralı olarak bulurlar,biraz iyileştikten sonra yerin altında sürprizler ile dolu bir yolculuk onları beklemektedir. Yolculukta başlarına bazı olaylar gelir. Yolda milyonlarca yıl öncesinde yaşamış canlılar ile karşılaşırlar. Yolculuğun sonunda başka bir yanardağdan, Stromboli'den çıkarlar. Sonra da Hamburg'a dönerler. Hans Bjelke, Hamburg'a kalabalık olduğu için alışamaz ve kendi ülkesine döner. Bir süre sonra da Axel ile Grauben evlenirler.
DENİZ ALTINDA 20.000 FERSAH
1866 yılında bir deniz yarattığı bir çok gemi batırmış. Geceleyin fosforlu ışıklar saçıyordu. Toplum canavarın ortadan kaldırılmasını istiyordu. Bunun üzerine Abraham Lincoln firkateyni hazırlandı. Firkateyne bu konuda uzman olan Mr. Aronnax da (Paris müzesi Profesörü ,kitabın hayali yazarı) davet edildi .Bunun üzerine Mr. Aronnax sadık uşağı Conseil’le gitmeye karar verdi.
Geminin kaptanı canavarı görene iki bin dolar vereceği için herkes güvertede canavar gözlüyordu. Kanadalı zıpkıncı , Ned Land canavara inanmıyordu . Mr. Arronnax basınçla ilgili hesaplar yaparak canavarın çok büyük olduğunu saptadı. 31.15 Enlem ve 136.42 Boylamında canavar Ned Land tarafından görüldü. Bu haber üzerine motorlar tam yol çalışmaya başladı. Amerikan Deniz donanmasının en hızlı gemisi bile canavarın hızına erişemiyordu. Canavara topla ateş edildi. Canavar vuruldu. Birden canavar suya battı. Ardından geminin yarısı suyla kaplandı. Ned Land, Mr. Arronnax, Conseil denize düştüler.
Kendilerini bir kamarada buldular. Denizaltı mürettebattıyla çeşitli dillerden iletişim kurmaya çalıştılar . Kamarot yemeklerini getirdi. Sofrada bilmedikleri yiyecekler vardı. Tabakların üstünde ‘N’ Harfi vardı.
Kaptan odaya girdi . Bağımsız olacaklardı. Fakat kendisine itaat edeceklerine dahi şeref sözü aldı. Kaptan Nemo Natilius’un kaptanıydı. Kaptan Nemo Mr. Arronnax’a geminin bölümlerini gösterdi. Bir odada Dünyaca ünlü ressamların eserleri vardı . Başka bir yerde paha biçilmez inciler ve deniz kabukları duruyordu.
Geminin kaptanı canavarı görene iki bin dolar vereceği için herkes güvertede canavar gözlüyordu. Kanadalı zıpkıncı , Ned Land canavara inanmıyordu . Mr. Arronnax basınçla ilgili hesaplar yaparak canavarın çok büyük olduğunu saptadı. 31.15 Enlem ve 136.42 Boylamında canavar Ned Land tarafından görüldü. Bu haber üzerine motorlar tam yol çalışmaya başladı. Amerikan Deniz donanmasının en hızlı gemisi bile canavarın hızına erişemiyordu. Canavara topla ateş edildi. Canavar vuruldu. Birden canavar suya battı. Ardından geminin yarısı suyla kaplandı. Ned Land, Mr. Arronnax, Conseil denize düştüler.
Kendilerini bir kamarada buldular. Denizaltı mürettebattıyla çeşitli dillerden iletişim kurmaya çalıştılar . Kamarot yemeklerini getirdi. Sofrada bilmedikleri yiyecekler vardı. Tabakların üstünde ‘N’ Harfi vardı.
Kaptan odaya girdi . Bağımsız olacaklardı. Fakat kendisine itaat edeceklerine dahi şeref sözü aldı. Kaptan Nemo Natilius’un kaptanıydı. Kaptan Nemo Mr. Arronnax’a geminin bölümlerini gösterdi. Bir odada Dünyaca ünlü ressamların eserleri vardı . Başka bir yerde paha biçilmez inciler ve deniz kabukları duruyordu.
Gemide her şey sodyumdan elde edilen elektrikle çalışıyordu. Nautilus için toplam 350000 sterlin harcanmıştır.
Denizlerde kıtalardaki gibi nehirler vardır. Golf Strim akıntısı Bengal Körfezinden başlayıp Malaka Körfezinden geçip Kuzey Pasifiğe dönüyor. Mr Arronnax iki saat Çin Denizindeki balıkları izliyor.
Ertesi gün Kaptan Mr. Arronnax’ı Crespo denizaltı ormanında ava davet etti. Profesör daveti kabul etti. Burada deniz adamı kıyafetinden daha rahat bir kıyafet kullandılar. Ormanda ağaçların dalları dimdikti. Hayvanlarla bitkilerin türü birbirine çok benziyordu.
Natilus Sandwich Adalarının yanındaki denizin derinliği zannedildiği gibi7200 metre değil 3600 metre olduğunu saptıyor . Natilus iki Fransız tüccar gemisi olan Boussole ve Astrolabe’nin battığı yer olan Vanikaro’yu ziyaret etti. Burada (denizin altında) iki volkanik dağ vardı. MR.Aronnax lavların ateş çıkartmadığını için şaşırdı. Çünkü oksijen olmadığı için ateş çıkarmıyordu. Batan teknelerin gönderilmesi 16.Kral Louis tarafından yollanmış.
Natilus’un havayı temizleme sitemi tıpkı balinaların ki gibiydi. Balinalar gibi temiz hava deposunu doldururken su fışkırtıyordu. Gemide arıza çıktığından Papua sahilinde durdu. Taze et yemek için Ned Land , Conseil ve Mr.Aronnax ava çıktılar. Ned Land ekmek ağacının meyvalarını topladı. Bol bol avlandılar. Adadan ayrılırken yerliler saldırıya geçtiler. Hemen sandalla binip Natilus’a gittiler. Arıza giderildi. Yerliler Natilus’a doğru saldırıya geçtiler. Natilus’un kapağı açıktı. Yerliler tırmanmaya başladı. Mr. Arronnax telaş içindeydi, fakat Kaptan Nemo yerliler içeriye girmek üzere oldukları halde telaş yapmıyordu. Yerliler yıldırım çarpmış gibi yere düştüler. Ned Land olayı merak etti ve güverteye deydi. O da yıldırım çarpmışa döndü. Katan Nemo geminin dışına elektrik vermişti.
Mercanların bol olduğu yere mercan krallığı deniyordu. Burada türlü mercan ağaçları vardı. Burada insan kendine bir servet yapabilir. Gemide beyni kafasından çıkmak üzere olan bir adam vardı. Adam önceden ölmüştü. Onu denizin 200 metre altındaki mercan mezarlığına gömdüler. Mezarın başında mercanlardan oluşan haç işareti vardı. Adam öldükten sonra Dünya ile bağlantısını kesmiş olan Kaptan Nemo çok üzüldü.
Kaptan Nemo Mr. Arrannox’a inci avına çıkmayı teklif etti. Profesör kabul etti. Denizin dibinde bir sürü inci vardı. Renk ,renk, çeşit, çeşit inciler vardı. Kaptan Nemo deniz altı mağarasında Hindistan cevizi büyüklüğünde bir inci gösterdi. Onun şu anki değeri 500000 sterlinden fazlaydı. Onu almadı. Çünkü onun daha büyümesini istiyordu.
Birden köpekbalığı inci toplayan Hint adama saldırdı. Onu kurtarmak için hayatını tehlikeye attı. Köpekbalığı onu öldürmek üzereyken Ned Land köpekbalığını zıpkınla vurdu. Hintli adamı ve incileri topladığı keseyi sandala bıraktılar. Adam onları görünce korktu.
Bir gün Kaptan Nemo Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e bir gün içinde varacağını iddia etti. Profesör Arronnax şaşırdı. Çünkü bu imkansızdı. Kaptan Nemo yaptığı araştırmalarla bir ucu Hint Okyanusundan başlayıp öbür ucu Akdeniz’den çıkan bir tünel bulmuş. Buna Arap Tüneli adını vermiş. O tünelden geçip Akdeniz’e vardılar.
Natilus kayıp olduğu varsayılan Atlantis’in Asya, Avrupa, Libya’nın ötesinde olduğunu biliyordu. Oraya gittiler. Eski Yunanların ilk savaşları orada yapılmış. Yanardağlardan lavlar akıyordu. Fakat oksijen olmadığı için alev çıkmıyordu. Kaptan Nemo başından geçen olayları tek tek yazıyordu. Bu gemide kalan en son kişi tarafından bir şişeye koyup denize atılacak.
Natilus gücünü sağlayan sodyumu denizin altındaki bir kömür madeninden sağlıyor. Adamlar burada kazma kürekle kömür çıkartıyorlar. Burası bir yanardağ ağzıymış. Sodyumu elde etmek için kömürü yaktıklarında yanardağın faaliyete geçtiğini zannediyorlar.
Natilus Sargasso Denizin ‘de dalma denemesi yaptı. Derine indikçe basınç artıyordu. Ned Land balinaları görünce avlamak istiyordu. Kaptan Nemo buna izin vermedi. Çünkü balinaların vahşice öldürülmesine taraftar değildi. İleride kaşalotların balinalara saldırdığını gördü. Natilus kaşalotlara çarparak tamamını öldürüldü . Okyanus kana bulandı.
Natilus güneye gidiyordu. Amacı kimsenin gidemediği Güney Kutbuna gitmekti. Etraf tamimiyle buz kaplıymış. Bir aysberge çarptı. Hasar ciddiydi. Fakat hasar tamir edildi. Ertesi günlerde havasını depoladıktan sonra Güney Kutbunun altına daldı. Buz kayalarının arasına sıkıştı. Ancak iki günlük temiz havaları vardı. Dışarıya çıkıp buzları kırmaktan başka çare yoktu. Fakat bu uzun sürdü. Kaptan kaynar suyla buzların bir bölümünü eritti. Beş gün geçti. Profesör nefessizlikten bayılmak üzereydi. Sonunda buz kütlesi yarıldı. Kaptan Kuzey Kutbuna ‘N’ işaretli bayrağını dikti ve geri döndü.
Ned Land gemiden sıkılmıştı. Sık sık profesörle görüşüp kaçma planları yapıyordu. Yedi tane mürekkep balığı Natilus’a saldırdı. Her biri ikişer ton ağırlığında beş altı kollu canavarlardı. Bir Fransız gemiciyi alarak uzaklaştı. Kaptan Nemo gözyaşlarını tutamadı. Natilus suyun üstünde adeta ceset gibi süzülüyordu.
. 47 derece enlem ,17 derece boylamda deniz dibinde mezarlık gibi bir yer gördü.18.Yüzyılda burada Marseilles (Fransız) gemisi ile Preston (İngiliz ) gemisi savaştı. Savaş sonunda Marsilles gemisi battı. Natilus’a bir İngiliz gemisi saldırdı. Natilus onu mahmuzuyla batıracaktı. Profesör bunu yapmamasını istedi. Fakat Kaptan Burada annesini ,babasını, karısını, ülkesini ,eşini ve çocuklarını kaybettiğini söyledi ve onu batırdı. İnsanlar teker teker denizin dibine batıyorlardı. Kaptan Nemo dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Ned Land ta her ne pahasına olursa olsun gemiden ayrılıp vatanına dönmek istiyordu.
Kaptan Nemo yaşadığı olaylardan sonra iyice içine çekildi. Ned Land kaçış planları yapıyordu. Natilus korkunç akıntı olarak bilinen Mealstrom’a doğru gidiyordu. O sırada Conseil, Mr. Arronnax ve Ned Land filikada vidaları söküyorlardı. Bir sarsıntı oldu. Filika Natilus’tan ayrıldı. Mr. Arronnax, Conseil ve Ned Land özgürlüklerine kavuştular. Lafonten adasında bir balıkçı kulübesinde kalıyorlardı. Natilus’un akıbeti ise belli değildi. Profesörün tahminine göre Natilus oradan kurtulmuş ; denizlerde intikam peşindeydi.
OLİVER TWİST
Oliver Twist bir yetimhanede dünyaya gelir. Yetimhane müdürü bay Bumble, ona adını koyar. Çocukluğunu bayan Mann’ ın yanında geçirir. 11 yaşındayken bay Sowerbery’nin yanına evlatlık verilir. Bay Sowerbery cenaze işleriyle uğraşan biridir. Oliver burada kendini mutlu hissetmez ve evden kaçar. Yedi günlük yorucu bir yolculuktan sonra Londra’ya gelir. Aç ve yorgun olan Olİver Londra’da Jack Dawkıns ile tanışır. Jack Oliver’e yardım eder, kalması için onu kendi kaldığı yere getirir. Burada fagın ve arkadaşlarıyla tanışır. Bu Oliver’in hayatındaki dönüm noktasıdır. Farkında olmadan hırsız çetesinin içinde kendisini bulmuştur. Bir gün Dawkıns hırsızlık yaparken Oliver paniğe kapılır, kaçmaya başlar. Yüz Temel Eser Özetleri, Kitap Özetleri, Roman Özetleri, Yüz Temel Eser, Özet
Mendilinin çalındığını anlayan Brownlow, Olıver’dan şüphelenir ve onu yakalar. Oliver bütün hayatını Brownlow’a anlatır. Brownlow ona acıyıp ailesini bulabilmesi için yardım edeceğine söz verir. Oliver’ın dürüst biri olup olmadığını anlamak için brownlow onu bir kitapçıya yüklü bir parayla kitap almak için göndererir. Yolda Fagın’ın arkadaşı olan William Sikes onu kaçırır ve Fagın’e getirir. Fagın, Oliver’ı tamamen ele geçirebilmek için suç işlemesi gerektiğini bilmektedir. Bunun için William’ın yapacağı bir soyguna Oliver’ın da katılmasını ister. Hırsızlığın yapıldığı gece Oliver pencereden içeri girerken evin hizmetçisi tarafından vurulur. William ve arkadaşları kaçmaya başlar. Oliver’ı evin yakınlarındaki bir hendeğe bırakıp oradan uzaklaşırlar. Oliver iki gün sonra kendine geldiğinde, yarı baygın şekilde en yakındaki eve gider. Burası iki gün önce soyulan evdir. Ev halkı dr Losborn’u çağırır. Dr. Losborn Oliver’ın hayat hikayesini dinler ve ona yardım etmek için elinden geleni yapar. Yaptığı araştırmalar sonucu Oliver’ın asil birinin oğlu olduğunu ve kendisine büyük bir mirasın kaldığını öğrenir. Oliver için bütün kötü günler geride kalmıştır. Artık her şey yoluna girmiştir. Mutlu bir hayat onu beklemektedir.
BALONLA 5 HAFTA
Birgün doktor Ferguson İngiltere'ye gitmek istemiş. Doktor Ferguson kırk yaşlarında bir bilim adamı ve kaşifmiş. Doktor Ferguson yola çıkmak üzere bir balon hazırlamış. Kenedi de bir bilim adamı imiş. Ferguson , Kenedi ve uşakları Co'yu yanlarına alıp balona binmişler.
Ferguson ile iki arkadaşı yola çıkmışlar. Kenedi çok dikçe etrafa bakınmış. Sonra bir kasabanın üstünden geçerken kasabada yaşayan insanlar balona ok atmışlar. Balonun dağların üzerine gelmesi lazımmış. Ama dağlara epey bir mesafe varmış, ilerlemeye devam etmişler. Aşağıya baktıklarında bir orman görmüşler. Balonu ormana indirmişler. Ormanda bir aslan üç arkadaşa saldırmış. Co aslanı vurmuş. Üç arkadaş balona geri dönmüşler. Sabah olmuş, bir bakmışlar ki bir fil onları doğru yola götürüyor. Fil balonun ipine dolanmış ve çok hızlı bir şekilde koşmaya başlamış. Başta filin onları sürüklemesi hoşlarına gitmiş ama sonra bakmışlarki ilerisi çok sık orman fili durdurmak istemişler ama fil durmamış.Co fili vurmuş. Nil Nehri'nin üzerinden geçmişler.
Dağların arkasında pek çok kabile köyleri vardı. Aşağıdan insanlar hırsla bağırıyorlardı. Dik bir tanesinin şapkasına nişan aldı ve ateş etti, aşağıda büyük kargaşa başladı. Oradan çabukça ayrıldılar. Gece olmuştu. Doktor balonu bir ağaca bağladı. Aşağıda yerliler vardı. Ağaca tırmanıyorlardı. Co tüfeğini aldı ve ateşledi. Biri fransızca yardım edin diye bağırıyordu. Yerlilerin elinde bir fransız vardı. Balondan inip onu kurtardılar. Fransız adam onlara teşekkür etti. O bir rahipti. Adam hastaydı. Biraz yol aldıktan sonra adam öldü. Uygun bir yere inip onu gömdüler. Sonra geriye dönüp baktılar, Co altın madeni! diye bağırdı. Biraz altın almışlar. Giderlerken rüzger Co' yu balonun ipine savurmuş.
Co altınların hepsini aşağıya atın dedi. Sonra Co ipe tutunup balona çıkmış. Yolculukları bitmiş. Herkes onları coşkulu bir şekilde karşılamış. Onlar da tek bir şey söylemişler.
Balonla beş hafta harikaydı.
80 GÜNDE DEVR-İ ALEM
Phileas Fogg, kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği zengin ve kibar bir İngiliz beyefendisidir. Son derece düzenli bir hayat sürmesi, titiz ve dakik yaşayan biri olmasıyla ünlüdür. Bir gün, üyesi olduğu “Londra Kulübü”nde, gerçekleştirilmesi imkânsız gibi görünen bir konuda, servetinin yarısını ortaya koyarak iddiaya girer: Dünyanın çevresini 80 günde dolaşacaktır, hem de bunu, önceden bir plan program yapmadan gerçekleştirecektir. “Beyler, 21 Aralık günü beni burada bekleyin” demeyi de ihmal etmez.Fogg, tek bir gecikme ya da tek bir aksilik sonucu her şeyini kaybetmesine neden olacak bu imkânsız yolculuğa yardımcısı Passeportaut eşliğinde koyulur.
Bu arada, bir dedektif Fix, bir banka soyguncusunun peşindedir. Banka soyguncusu, Bay Foog’a çok benzemektedir. Bu yüzden, dedektif Fogg ve yardımcısını adım adım izlemektedir. Hatta, “soyguncuyu buldum” diye merkezine haber verip, tutuklamak için izin ister. Çünkü yaptığı istihbarata göre, Fogg İngiltere’den çok acele çıkmıştır ve de yanında büyük miktarda da para taşımaktadır.
Üç kahramanımızın bindiği gemi Afrika’ya varmıştır. Afrika’dan 14 Ekim’de Aden’e, oradan 20 Ekim’de Hindistan’ın Bombay limanına varırlar.
Dedektif Fix, Hindistan polisinden Fogg’un tutuklanmasmı ister. Hind polisi, İngiltere’den emir gelmeden bu işi yapamayacaklarını belirtip, reddeder.
Bombay’da, Fogg’un yardımcısı, treni beklerlerken, bir tapınağa ayakkabı ile girdiği için, ayakkabıları çıkartılarak tapınaktan sille tokat atılır. Bunu efendisine söylemez.
Trene binip, Hindistan’ın içlerine doğru yola koyulurlar. Ancak, tren hattı henüz tamamlanmadığı için, Tren belli bir yerde durur. Daha ileri gitmesi mümkün değildir. Araya araya bir fil bulup, satın alırlar. Ve yola koyulurlar. Hedef Kalküta’dır.
Yolda, fil duraklar. İnsan kokusu almıştır. Saklanırlar. Bir kafile, aralarında bir ceset ve kurban edecekleri bir genç kız den geçip gider. Sabaha kadar bekleyip kızı kurtarırlar. Artık dört kişi olmuşlardır. Kalküta’ya varırlar. Rehber ve fili geri gönderirler. Kız yanlarında kalır. Kızın adı Aouda’dır.
Kız, hayretler içindeydi. Bir gün önce ölmüş olacaktı. Bugün ise yabancı insanlarla bir arada bulunuyordu.
Akşam, gemiye binirj gitmelerine beş saat varken, yanlarına yaklaşan bir polis onları müdüriyete davet etti. Durum anlaşılmıştı. Dedektif Fix, Fogg’u tutuklatamayınca, yardımcısının tapınağa, ayakkabı ile girmesi konusunu işleyerek, rahiplerin şikâyetçi olmasını sağlamış, böylelikle de polis olaya el koymuştu. İki bin pound ödeyerek kefaletle serbest kaldılar.
Hemen bir gemiye binip Hong Kong’a doğru yola düştüler. Dedektif Fix yine peşlerindeydi. Hong Kong’da kendilerini götürecek, gemiyi beklerlerken, Detektif Fix, Bay Fogg’un yardımcısıyla ahbaplığı ilerletir. Ona polis olduğunu açıklar. Yardımcı, efendisine geminin kalkış saatini bildiremesin diye de onu sarhoş edip, oyalaı.
Bu esnada, bay Fogg Hong Kong çarşılarında alışveriş için gezmektedir.
Gece yatar. Sabah gemiyi kaçırdığını anlar. Fix yanma yaklaşır. Sevincini belli etmeden, onunla konuşur. Çünkü en yakın gemi bir haftadan önce gelmeyecektir.
Fogg bir kayık kiralar. Bilmeden, Fix’i de kendileri ile birlikte gitme teklifini, Fix mennuniyetle kabul eder. Küçük tekne ile yola çıkarlar.
Yardımcı ise, gemidedir. Gece uyanmış, koşa koşa kendisini gemiye atmıştır. Efendisinin olmadığını ancak, gemi hareket ettikten sonra anlayabilmiştir. Ama iş işten geçmiştir. Geminin vardığı yerde, Amerika’ya gitmek için gemi aramaya başlar. Parası olmadığı için, aşçılık yapmaya bile razıdır. Böyle dolaşırken, bir sirke uzun burunluların alınacağı ilanını görür. Müracaat eder ve karın tokluğuna çalışmaya razı olur. ‘ ¦ r .
Bir gün akşam, gösteriden sonra, seyirciler arasında oturan Efendisi Bay Fogg’u görünce hayretlere düşer. Yine bir araya gelirler. Albay Stamp Proctor isimli birisi ile kavga ettiler….
Hep birlikte, General Grand gemisi ile Amerika’ya doğru yola çıkarlar. 3 Aralık’ta San Fransisco’ya ulaşırlar. Tüm aksaklıklara rağmen, Fogg’un hedeflediği tarihte bir sapma olmamıştır.
Fakat, aksilikler de bitmemişti. Amerika’da kavga ettikleri Albay, peşlerindeydi. Nitekim trende Bay Fogg’la karşılaşırlar ve düello için trenin arkasına doğru yürürler. Tam bu esnada, Kızıl*derililer trene saldırır. Fogg’un yardımcısının cesareti sayesinde bu saldırı püskürtülür. Bu arada Albay yaralanmış, yardımcısı ise kaybolmuştur.
Fogg treni kaçırma pahasına gider ve yardımcısını bulur. Bu sefer temin ettikleri bir kızakla yollarına devam edip ve Omaha’ya vardılar.. Omaha’dan da trenle Şikago’ya kadar geldiler. 10 Aralık’ta ise New York’taydılar. Ancak, gidecekleri gemiyi kaçırmışlardı.
Ama, Bay Fogg’un durmaya niyeti yoktu. 8000 dolara bir gemi kiralar ve ertesi gün yolculuğa çıkarlar. Hiçbir limana yanaşıp yakıt ikmali yapmadıkları için, yolda geminin kömürü biter. Bay Fogg, bu sefer de gemiyi sahibinden 60 bin dolara satın alır. Ve gemi, üst tarafında ağaçtan yapılma ne varsa yakarak yoluna devam edip, İrlanda’ya kadar varır. Artık yol yaklaşmıştı. İrlan*da’dan önce bir trene, sonra da bir gemiye binerek Liverpool’a vardılar.
Liverpool’da, dedektif Fİx Bay Fogg’a yanaşıp ismini sordu ve “İngiliz Kraliçesi adına sizi tutukluyorum” dedi.
Fogg’un canı çok sıkılmıştı. Saatini önüne koymuş, durmadan bakıyordu.
Birkaç saat geçmemişti ki, Fix içeri girerek, “Sizden özür diliyorum bayım, gerçek hırsız üç gün önce yoklanmış” dedi. Fogg ayağa kalktı ve Detektife esaslı bir yumruk atarak onun ayaklarını yerden kesti.
Hemen istasyona koştular. Tren yoktu. Bay Fogg özel bir tren tuttu. Dokuza on kala Londra’ya vardılar. Ancak, geç kalmış ve bahsi kaybetmişti.
Evine geldi ve odasına kapandı. Ertesi gün Aouda ile konuşmaya başladı.
“Seninle ilgili çok güzel düşüncelerim vardı. Ancak, şimdi her şeyini kaybetmiş birisiyim. Sana ancak, az bir para verebilirim.”
Aouda, “hayatımı kurtardınız, sizden daha başka ne isteyebilirim. Hem ben sizi seviyorum ” dedi.
Evlenmeye karar verdiler….Bir gün sonra, akşam evleneceklerdi.
Fogg’un beş arkadaşı, dakikaları sayıyorlar, Fogg’un artık gelemeyeceğini hesap ediyorlardı. Tam saatinde, Fogg içeri girdi ve “geldim” dedi.
Bu nasıl olmuştu. Gayet basit. Fogg ve arkadaşları bir gün erken gelmişlerdi. Ancak, Bay Fogg, bunun farkında değildi. Yardımcı ertesi gün kendisini az bir zaman kala ikaz etmese, yine farkında olmayacaktı…
Ve Bay Fogg artık yine zengin bir adamdı.
SADAKO KAĞITTAN BİN TURNA KUŞU
1954 yılının bir ağustos sabahı Sadako giyinir giyinmez dışarı koştu. Japonya'nın sabah güneşi koyu renk saçında ışıltılar saçıyordu. Gökyüzü masmaviydi, buluttan eser yoktu. Bu aslında iyi işaretti.
Sadako her zaman bir şansın doğacağını umut ederdi. Evine döndüğünde kız kardeşiyle iki erkek kardeşini hala mışıl mışıl uyurken buldu. Sadako birçok iyi şans işaretleri daha bulmuştu ancak bu iyi şans işaretleri kötüye gitmişti.
Sadako okulun atletizim takımındaydı yarışa çıkmıştı.Yarış sonunda bambu sınıfından öğrenciler Sadako'nun atletizmi takımlarına girmelerini istemişlerdi.Sadako'da kabul etmişti.İkinci yarışta Sadoko yedekteydi. (yedekler en son yarışırlardı) Sıra Sadoko'ya gelmişti.Sadako yarışı bitirdikten sonra başı dönmeye başladı ve bayıldı.Hemen onu doktora götürdüler.Sadoka atom bombası yüzünden lösemiye yakalanmıştı.Bu acı haberi öğrenen Sodako,çok üzülmüştü.
'Kâğıttan Bin Turna Kuşu' efsanesi der ki: Bir insan kağıttan 1000 turna kuşu yaparsa dileği kabul olurmuş.Bunun üzerine Sadako ümidi kaybetmeyip kağıttan 1000 turna kuşu yapmaya başladı
Ne yazık ki, bu küçük Japon kızının yaşamı 1000 turnayı katlamaya yetmeyecek ve 25 Ekim 1955 günü 644 turnayı katlarken hayata gözlerini yumacaktır. Yine de arkadaşları, eksik kalan 356 turnayı katlayıp onun İçin kağıttan turna kuşu klubü düzenlemişlerdir
Turna kuşu, o zamandan beri barışın simgesidir.
Ölümsüz Aile
Olay bir kasabada geçmektedir ve kasabanın girişinde Foster’lere ait olan bir ev bulunmaktadır. Hemen yanında ise bir koru vardır ve bu koruya şu ana kadar kimse gitmez. Zaten bu koruya şimdiye kadar bir kişi gitseydi korunun içerisinde büyük bir pınar olduğunu keşfedeceklerdi. Ağustos ayının içerisindeyken Mae ailesinin annesi sabah erkenden uyanır ve eşini uyandırır. Çocuklarının yarın eve geleceğini söyler ve eşi bir rüya gördüğünü kendisini uykudan neden uyandırdığını söyler. Ancak Mae eşine o rüyayı devamlı gördüğünü ancak sonucun değişmeyeceğini söyler ve çocuklarını karşılamak için kasabaya gitmek ister.
Bu sürede Winnie yalnızdır ve kardeşinin olmamasından dolayı üzüntü içerisindedir. İçinde bulunduğu dünyadan sıkılmıştır ve özgürlüğe doğru bir yolculuk yapmak istemektedir. Dünyasının değişmesini ister ve farklılık arayışına yönelmek ister. Bunları düşünürken akşamında karşısına yabancı adam çıkagelir ve kendisiyle konuşmaya başlar. Konuşmadan sonra büyük annesi konuşmaya engel olur ve o sırada korudan sesler duyulmaya başlar. Winnie koruya gitmek ister ve sabah erkenden uyanır. Koruya gittiği zaman oraları çok beğenir, bunca zaman neden gelmediğini düşünürken, karşısına çıkan farklı havanları, kuş cıvıltılarını duyarken sevinir ve ilerilere doğru gittikçe bir ışığın kendisini beklediğini görür. Macera arayışında olan kız korkuyla hala ilerlemeye devam eder. Merakla etrafa bakınırken kendisinden yaşça büyük olan bir genci görür ve göz göze gelirler. Tuck ailesinin bir ferdi olan Jesse hem dört yüz hem de on yedi yaşında olduğunu söyler. Annesi ve diğer abisiyle Winnie’yi görünce paniğe kapılırlar ve ona korkmamasını, her şeyi anlatacaklarını söylerler. Daha sonra ona müzik kutusunu açar ve doğadan gelen sesle, kutudan çıkan ses birbirinin aynıdır. Kızı rahatlatmışlardır ve birbirlerinin dost olduklarını söylerler.
Winnie hayatında böyle şeyler duymadığı için tuhaf olduğunu düşünür ve Tuck ailesi kendi hayat hikâyesini anlatmaya başlar. Bundan uzun zaman önce oturacak yer bulmak için geldiklerini ve bu ormanda pınarın suyundan içtiklerini ve böylece yerleşimlerini anlatmıştır. Yaşadıkları olaylar onların ölümsüz olduğunu göstermektedir ve etraflarındaki dostlarının kendilerinden uzaklaşmaya başladıklarını anlatmışlardır. Pınarın suyunu içen kim olursa olsun hiç değişmeden aynı şekilde kalmaktadır. Winnie şimdiye kadar böyle bir şey duymamıştır ve her şeyin güzel olduğuna inanır. O insanlardan zarar gelmeyeceğini bilir ve onları sevmeye başlar. Onların evleriyle kendi evlerini kıyaslar ve onların özgürlük içerisinde yaşadığını düşünür. Hayatın bir anlamı olmadığını düşünür ve ölümsüzlüğün olmamasıyla yaşamanın da bir anlamı olmadığını sezer. Macera bu şekilde devam ederken karşılaştıkları olaylar ve yaşadıkları ise sürekli onları farklı bir şeye sürüklemektedir.
Eserin sonunda ise Winnie ölmüştür. Tuck ailesi de kendilerine yeni bir yer aramaktadır. Bu sürede ise sadece müzik kutusundan çıkan melodi onlara eşlik etmektedir.
GULLİVERİN GEZİLERİ
Gulliver üniversite eğitiminden sonra ünlü bir doktorun yanında çırak olarak çalışmaya başlar. Gulliver, çıraklık yaparak kazandığı paraları gemiciliği öğrenmek, gezilerinde yardımcı olacağını düşündüğü için matematik bilgilerini arttırmaya yönelik kullanır. Çıraklık döneminden sonra Gulliver, iki yıl yedi ay daha tıp eğitimi alır ve bu eğitim sonrasında bir gemide doktor olarak çalışmaya başlar. Bir kaç defa gemilerde turlara gittikten sonra Londra’da yaşamaya başlar ve burada evlenir.
Bu dönemlerde Gulliver’i işleri kötü gitmeye başlar, bu nedenlerden dolayı deniz yolculuklarına çıkmaya karar verir. Sayısız deniz yolculuklarına çıkar. Tabi ki bu sırada da bol bol kitap okuyarak kişisel gelişimini tamamlar. 1699 yılında Bristol limanından yola çıkarak yolculuğuna başlar. Doğu Hindistan istikametinde şiddetli bir fırtınayla karşı karşıya kalırlar. Rüzgarla birlikte gemi kayaya vurur ve gemi parçalanır. Gemiden kurtulup filikalara binerler ama filikalar da rüzgara yenik düşer. Gulliver, arkadaşlarının öldüğünü düşünür ve zar zor kıyıya çıkar. Gulliver kıyıda uyuya kalır, uyandığında ise üzerinde küçük bir şeyler olduğunu görür. Bu ufak canlı Gulliver’in çenesine kadar yaklaşır ve Gulliver bu ufak şeyin elinde ok taşıyan 15 cm’den küçük bir insan olduğunu anlar.
Adları Liliput olan bu bu küçük insanlar önce korkarlar fakat sonrada Gulliver ile dost olurlar. Liliputlar yan adadakilerle sorunları olduklarını ve bu sorunların sonucunda savaş çıkabileceğini ifade ederler. Gulliver, yan adaya gidip Liliputların sorunlarını ortadan kaldırmaya çalışır fakat başarılı olamaz. O sırada Londra’ya gitmeyi planlayan Gulliver, gördüğü kayığa biner ve oradan ayrılır. Londra’ya döndüğünde ailesiyle durumu konuşur ve tekrar geziye çıkma kararı alır.
Geziye çıktığı gemide yiyecek ve içecekler bitmek üzere olduğunu kaptan uzaktan gördüğü bir adaya yanaşır. Gulliver, arkadaşlarıyla birlikte gemiden iner, fakat arkasında baktığında arkadaşlarının arkalarına bakmadan kaçtıklarını fark eder. Arkadaşları gemiye binip giderler fakat Gulliver orada kalmıştır.
Gulliver, ne yapacağını düşünürken arkakasında 20 metrelik dev insanlarla karşı karşıya kalır. Gulliver’i çok seven dev insanlar Gulliver’e güzel bir ev yaparlar. Bu ev kafes şeklinde bir evdir.
Gulliver, bir gün kafes evinde otururken bir karga gagasıyla kafes evi taşımaya başlar ve suya düşürür. Gulliver iki gün boyunca kafeste hapis kalır. Oradan geçer bir gemi kafesi fark eder ve şaşırır. Kaptan kafesteki Gulliver’i çıkarır. Gulliver ise iki adadan da aldığı eşyalarını gemi kaptanına gösterir ama kaptan Gulliver’e inanmaz. Gulliver bu hadiseden sonra 1706 senesinde İngiltere’nin güney kıyılarına ulaşırlar.
Geldikleri yerde insanlar ufacıktır ve Gulliver kendisini yine Liliputların ülkesinde sanır. Öyle ki ufacık insanları ezmekteni incitmekten korkar. Tüm bu olanlardan sonra Gulliver’in eşi bir daha Guliver’in deniz seferlerine çıkmasına müsaade etmez. Ancak Gulliver kısa bir süre sonra eşinin sözünü çiğneyerek deniz seferlerine çıkacaktır
SEFİLLER
Jan Valjean, yoksul bir kö ylüdür, ailesini doyurmak amacıyla çaldığı –yalnızca- bir somun ekmekten dolayı kürek cezasına çarptırılmış, defalarca kaçma teşebbüsünde bulunduğundan cezası katlanmış ve on dokuz senelik hapisten sonra inançlarını yitirmiş, topluma öfke ve kin duyarak tahliye olmuştur. Sefil bir halde geldiği “D” kasabasında, kasabanın piskoposundan gördüğü iyilikle aydınlanır ruhu. Hayata ahlak ve fazilet sahibi iyiliksever bir insan olarak yeniden başlayan Valjean, Fransa’nın kuzeyinde ucuz mücevher imalatçılığı yaparak yaşamaktadır şimdi; geçmişini gizlemiş, zenginleşmiş ve herkesin sevgisini kazanıp kasabanın belediye başkanı olmuştur. Valjean’ın gizlediği geçmişten şüphelenen detektif Javert, araştırmaya koyulur ve “D” kasabasındaki hırsızlık olayına kadar ulaşır. Oysa, isim benzerliğinden, bir başkası Jan Valjean’ın yerine tutuklanmış, mesele kapanmıştır. Ne var ki Valjean’ın ahlakı, kendi yerine bir başkasının hapsedilmesine izin vermez. Teslim olur ve yeniden küreğe gönderilir. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra bir kez daha kaçmayı başaran Valjean, teslim olmadan önce sakladığı –namusuyla kazanılmış- paralarını alır, Fantiana’nın kızı Cosette’i bulur ve bir manastırda bahçıvan olarak çalışmaya başlar. Evlat edindiği Cosette ise rahibe okuluna gitmektedir. Müfettiş Javert’ten kurtulmuş gibidir Jan Valjean. Bu sakin hayat, Cosette’in genç ve güzel bir genç kız olmasıyla değişir. Babası Napolyon ordusunda subaylık yapmış bir delikanlı; Marius’a aşık olmuştur Colette. Zengin dedesi tarafından büyütülen Marius, 1832’de isyan eden sosyalistlerin safındadır. Her zaman haklıdan yana olan Jan Valjean da öyle. Paris kanla yıkanırken, Javert ile Jan Valjean karşı karşıya gelirler. Valjean Javert’in hayatını bağışlar. Ancak bu yüce gönüllük karşısında bütün inandığı değerleri yıkılan Javert, intihar eder. İsyancıların durumu da pek parlak değildir. Marius ağır yaralanır ve Valjean tarafından kurtarılır. Cosette’in bu genci sevdiğini anlayan Valjean, onun eski bir kürek mahkumunun kızı olarak bilinmesini istemez ve ortadan kaybolur. Oysa Marius, hayatını kurtaran kişinin Valjean olduğunu öğrenmiştir. İki genç, son anlarını yaşayan Valjean’a koşarlar…. Jan Valjan ekmek çaldığı için beş yıl kürek cezası ile cezalandırılır. Birkaç kere kaçmaya kalkıştığı için cezası ağırlaştırılır ve 19 yıl hapiste kalır. Çok güçlü bir insan olan Jan Valjan, hapiste iyi duygularını kaybetmiş gibidir. Hapisten çıktıktan sonra, mahkum olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Rahip onu evine alır. O ise evden gümüş takımları çalar. Fakat yakalanır. Rahip şikayetçi olmaz ve ona iki de gümüş şamdan hediye ederek onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister. Bu olay Jan Valjan için bir dönüm noktasıdır. Madlen adıyla iş hayatına atılır, zengin olur. Fanten adında düşmüş fakat ruhça temiz bir kadına ve kızına yardım eder. Polis müfettişi Javer, birden ortaya çıkan ve kısa zamanda zengin olan herkesin “Baba” dediği Madlen’in kim olduğunu merak eder ve Madlen Baba’nın aslında Jan Valjan olduğunu anlar ve Jan Vanjan’ı ihbar eder. Ancak ihbarın yanlış olduğu ve Jan Valjan adında birinin hapiste bulunduğu mahkemece tespit edilir. Bunu öğrenen Madlen Baba (Jan Valjan) teslim olur ve hapiste Jan Valjan sanılan mahkumun kurtulmasını sağlar. Hapiste bir gece kaldıktan sonra kaçarak bir limandan denize atlar ve herkes onun öldüğünü sanır. Fakat müfettiş Javer öyle düşünmez. Jan Valjan, Fanten’e verdiği sözü tutmak üzere Fanten’in kızı Kozet’i bulur ve onu büyütür. Müfettiş Javer onları takip etmektedir. Takip edildiğini anlayan Jan Valjan kaçarak, Kozet’i yatılı olarak bir kiliseye verir ve kendiside o kilisenin bahçıvan yardımcısı olur. Bay Jilnorman adlı birisi torunu Maryüs’ü büyütmektedir. Maryüs avukat olmak için çalışıyor ve dedesinin yanında kalıyordu. Ancak bir tartışma sonucunda Maryüs dedesinin evini terk ederek bir süre Sen-Jak otelinde kalır. Maryüs, borçlanmamak için otelden ayrılarak arkadaşı Kurfeyrak’ın odasına taşınır ve eğitimini tamamlayarak avukat olur. Bir gün Maryüs Lüksemburg parkında dolaşırken Kozet’i görür ve ona ilk bakışta aşık olur ve onu her gün görebilmek için bu parka gelir. Maryüs ile Kozet arasındaki ilişkiyi fark eden Jan Valjan bu ilişkiyi istememektedir ve oturdukları evden taşınırlar. Fakat Maryüs onları yine bulur ve Maryüs ile Kozet gizli gizli buluşurlar. Bazı kişiler Krala karşı ayaklanırlar. Bunların içinde Maryüs de vardır. Daha sonra olaylar arasında Müfettiş Javer devrimcilerin tutsağı olur. Devrimcilerin arasına katılan Jan Valjan, Müfettiş Javer’i kurtarır. Jan Valjan, bir çatışma sırasında yaralanan Maryüs’ü kurtarır. Ancak Müfettiş Javer ikisini de yakalar. Müfettiş Javer kendisini devrimcilerin elinden kurtaran Jan Valjan ve Maryüs’ü serbest bırakır ancak görevini yerine getiremediği için intihar eder. Maryüs iyileşir ve Kozet ile evlenir. Zaman içerisinde iyice yaşlanan Jan Valjan da ölür.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)